Dual Bir Denge: Fikret Mualla
Sartre ‘ın Bulantı kitabı bir Türk ressam olsa hiç kuşkusuz bunun Fikret Mualla olduğunu düşünürüm. Daha doğmadan yapmak istedikleri içine sıkışmış, ama sanki ifade edememiş gibi. Anlaşılamamak onun kaderi, bu nedenle de anlatmaya gayret gösterememiş gibi. Dışarıdan görülen müthiş ağırbaşlı, oturaklı karakterine rağmen içeride süregelen kendiyle olan iç çatışmasından bir türlü galip gelememiş gibi. Tek dengesi sanki resim gibi. Ve evet ,tam da bu sırada Fikret Mualla aklımızdan geçenleri desteklercesine mağrur bakışlarla bu sırada sizi kendine has Peltekis imzalı uzun paltosuyla selamlıyor. Paltosunun cebindense seyyar atölyesinden fırçalar, kalemler, boyalar taşıyor.
Hepimizin hayatında kırılma noktaları vardır, bu noktalar bulunduğumuz yere gelmemizin en büyük destekçisidir. Bizi bir o kadar biz yapar, yeri gelir arkamıza aldığımız bir rüzgardır. Yeri gelir, bizi alabora eder. Ama hep bizimledir, bizden daha çok da bizdir belki. Fikret Mualla’nın bu noktaları o daha doğmadan başlıyor. Ailesinin kız bebek istemesi neticesinde daha doğmadan ismi Mualla olur. Pek çoğumuzun düşündüğü gibi bu, Fikret Mualla’nın soyadı değil, ilk adıdır. Saygı ise soyadı kanunuyla eklenir kendisine, bu soyadla ilgili ise şöyle bir anekdot anlatılır; “Şu hayatta en çok eksikliğini yaşadığınız duygu nedir? Benim Saygı.” Babasının seçtiği soyadla da iç bunalımını ortaya koyarak hayata tepkiselliğini ortaya koyuyor Fikret Mualla. Resimlerin dışında bir tasvirde bulunuyor günümüz dünyasını. Bunu da açıkça dile getirmekten hiç çekinmiyor.
Siyah Küçük Köpek ve İnsanlar
İkinci kırılma noktasına gelirsek büyük tutkusu futboldan bahsetmek gerekir. 12 yaşında sakatlanması bu hayaline ket vurur. Bunun sonucunda da önce Sainth Joseph lisesine, sonra da Galatasaray Lisesi’ne devam eder. Sonraki talihsizlik ise tam da bu dönemlerde gerçekleşir. 1.Dünya Savaşı sırasında tüm Avrupa’yı saran İspanyol gribini liseden kaparak annesine bulaştırır. Annesini oldukça küçük bir yaşta kendisinin dolaylı veya doğrudan sebep olması ile hayatını kaybetmesi yaşamını tümüyle tepetaklak edecektir. Öyle ki babasının annesini kaybetmesinin hemen ardından yeni bir evlilik yapması, Fikret Mualla’nın öfke nöbetlerinin ve sonrasında da yaşamını tümüyle değiştirecek Avrupa hayatının başlangıcı olur. Bu kesin bir dönüş olmaz tabi, Zürih, Berlin, Paris ve İstanbul arasında geçer ömrü. Türkiye’ye dönüşünde yaşadığı yanlış anlaşılmalar ve öfke nöbetleriyle akıl hastanesine de düşer yolu. Kesin dönüşü ise babasının ölümü sonrası olur. Artık Fikret Mualla için ölümüne dek sürecek Paris dönemi başlar. Picasso’yla tanışıp ona resmini hediye eden, karşılığında da Picasso tarafından bir resim hediyesi alan bir ressamdır. Ancak anılara göre Fikret Mualla bu tabloyu parasız kaldığı bir gün, günlük harçlığını çıkarmak için bedavadan biraz pahalı bir fiyata elden çıkarır. Parasızlığına rağmen Paris’te ressam kimliğiyle kabul görmüş bir isim haline gelir. Bu da Paris’i onun nezdinde vazgeçilmez yapmaya yetmiştir. İstanbul ve Türkiye onda hep bir karmaşa, polis korkusu, akıl hastanesidir. Önünü alamadığı bir fobiye dönüşmüştür. Yine de bu fobi onda Türkiye’yle sınırlı kalmaz, gittiği her yerde yanındadır. Paris’te de yaşadığı bu korku neticesinde sefalet ve alkolizme sürüklenir.
Bar
Sanatında her zaman kuvvetli renkleri kullanmıştır, karakteri kadar cömerttir boya paleti. Hiçbir zaman resimlerinden çok para kazanma gayesi olmamıştır. O gün karnını doyurabilsin yeter. Bunu yaparken de Fikret Mualla kalitesinden asla ödün vermez, çizgisizliğinin bir çizgisi olmuştur. Kendi tabirince “bütün cereyanların dışındadır” Herkes gibi tekilleştirilmeyen, tek başına herkes olan.. İçeride yaşadığı dengesizlik ve hayatla yaşadığı savaş, renklerinde ve resimlerinde sükûnete ermiş, barış imzalamıştır. Bu hayatta 2 şeyin savaşını vermiştir Fikret Mualla. Birincisi kendisi olmak, ikincisi ise ressam olabilmek. Kuşkusuz birincisi olmadan ikincisi olması mümkün değildir, ancak ikincisinde son derece başarılı olduğu da su götürmez bir gerçektir. Birincisinde yaşadığı talihsizliklerdir belki onu sürekli alabora eden. Ressamların kullandığı renkler ve karakter yapılarıyla ilgili psikoanalitik pek çok araştırma var. İnanıyorum ki hiçbir renk seçimi de tesadüf değil. Bu nedenle Fikret Mualla’yı yakından tanımak için kırmızı, mavi ve morlarda derinleşmek de gerekecektir. Asla yarınını düşünerek yaşamamıştır, bugün onun için yeterlidir. Ve bugünkü huzuru hiçbir şeye değişmez. Ancak resminde idealize bir sanatçıdır. Karakteri kadar coşkun bir ressamdır.
Eğer bu dünyada duygular, tutkular ve hayaller için var isek, hiç şüphesiz Fikret Mualla her şeye rağmen yaşamın hakkını sonuna kadar vermiştir. Tutkularına sağlık, huzuru bol olsun.
Yorumlar
Yorum Gönder