Sevgili okuyucu, biyolojik içerik ve görseller bulunduğundan, yazıyı bu hassasiyette incelemeni rica ederim.
Teknolojinin hayatımızı ne derece çevrelediği hemfikir olduğumuz bir gerçektir. Canlı organizmalar ise bu gelişmenin en net odağındandır denilebilir. Özellikle sanayileşme ve yapay zekanın sanatı bu denli etkilediği; yeni metotlar, görüşler ve sanat fikirleri ile adapte ettiği düşünüldüğünde canlı organizmaların bir sanat aracı/amacı olması şaşırtıcı olmayacaktır. Arka planında yatan bu ve ötesi gelişmeyle beraber bioart günümüz sanatının farklı boyut ve açıdan bir uygulamasıdır. Bioart günümüz sanatında nispeten daha yeni bir gelişme olmakla beraber gen, hücre, doku, hayvan gibi hayatın biyolojik ve bilimsel metotlar ile ham madde olarak kullanıldığı bir geçiş sanatıdır. Biyoteknolojideki ikili terim ve konseptler bioartın da konusunu teşkil eder.
Yaşamsal materyallerin ve biyoteknolojik malzemelerin yaratıcı bir yöntemle kullanma alternatifi sunması, doğanın sanatı ve yaşam bilimi üzerinde bambaşka bir düşünebilme kapasitesi sağlıyor oluşu ve sanatçı ve bilim insanının ilişkilerini geliştirmesi/dönüştürmesi açısından artistik proseslerin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Bununla beraber çağdaş sosyal teori için bioart karşılaşmasının yarattığı şokun etkisi açıktır; yeni bir mod ve düşünce görünümlerine bağlı farklı şekilde ifade etme ve performe etmedeki politikalarımıza rağmen reaktif baskıları ve güncel biyoteknolojik oluşum biçimlerinin sunduğu yaratıcı potansiyelleri düşünme kapasitemiz.
Birey olmanın yeterli bir kanıtını oluşturması ve dayandığı ontogenez temel bu alanda çalışma konusunda önemli bir motivasyon kaynağı oluşturur. Ontogenez temelin en büyük savunucularından biri Simondon’dur, bunu çağdaş teori felsefesinde malzeme kuramları ve öznelerin yaratıcı dönüşümlerinde 3 ana etmenle açıklar. Bu 3 etmen aslında bioart motivasyonunu anlama konusunda da oldukça destekleyici niteliktedir. Birincisi konu bir norm için üstün bir gerekliliktir, yani konunun özniteliklerinin mantığını belirme ve yarı dengelilik çerçevesinde yeniden düşünme. Öznenin özüne yönelik işlevsel bir düşünme bioart’ta da görüldüğü gibi yeni bir düşünme ve dönüşüm alanı ortaya çıkarır. İkinci kuramda ise yine öznel dönüşüm olaylarını yeniden düşünme ve sosyal bilim düşüncesinde yaygın olan bir konunun gönüllü bir resim çerçevesinde istemsizlikle karşılaşma önceliğinde düşünülmesi. Bu da karşılaşmanın ontogenetik mantığıyla çerçevelenmiş dünyanın katı sınırlar ötesindeki yaratıcı potansiyeline gönderme yaparak insansız duygusal kuvvet ile iradi konularda bireyselleşmelere yaratıcı teşvikler sunuyor. Son kuramında ise estetiğin ontogenetik potansiyelleri üzerine yeni bir düşünce ve dünya ilişkisi üzerine yazma yer alır. Sanatı tanımlayan “retikülasyon” olarak adlandırdığı güçleridir; düşünce normlarının, teknik yöntemlerin, canlı organizmaların ve enerjik atmosferin yeni ve beklenmedik bağlantılar kurma kapasitesi.
Manifestosunda değindiği noktalar aslında bioartı anlama konusunda ilk ve esas yol gösterici olacaktır; biyomateryal süreklilikte çalışan, yaşam ve yaşam süreçlerine müdahale edip değiştiren, değişen ve yaratan, doğrudan yaşam ağlarına müdahalesi olan, diğer medyaya indirgenemeyen materyaller kullanan, yalnızca doğrudan biyolojik müdahaleler içeren materyallerle yapılan, insana ve insanlığa karşı etik temelli, insansal kaygıları ifade etmeye ve diğer organizmalarla bağlantı kurmaya yardımcı, biyoloji kadar didaktik olma yükümlülüğünden uzak, yaşayan yaşayan olmayan, doğal ve yapay sınırlar arasında yer alan günümüz sanat dallarından olduğu Eduarda Kac, Marion Laval-Jeantet, Benoit Mangin, Marta de Menezes, George Gessert ve Paul Vanouse tarafından açıkça ortaya konmuştur. Konsept olarak çıkış noktasını Eduardo Kac’ın 1997 “The Capsule” adlı sanat çalışmalarından almıştır. Bu çalışmada yaklaşımı ıslak arayüzler ve bir mikroçipin implantasyonu yoluyla dijital belleğin insani ögeler barındırma problemi üzerine inşa edildi. Elementleri bir mikroçip implantı, yedi tane sepya tonlu fotoğraf, canlı bir televizyon yayını, implantın interaktif web taraması, uzaktan veri tabanı müdahalesi ve XRay ışını gibi ek malzemeler oluşturmuştu. Bütün bu çalışmalarına rağmen Kac 1998 yılında kendisi ve arkadaşlarının yaptığı çalışmalar üzerine genetik mühendisliğinin yaşayan tekil organizmalar yaratma üzerindeki çalışmalarından yola çıkılarak daha odaklı bir sanat kolu olması adına “transgenetic art” disiplinini oluşturmuştur. Ortaya çıkardığı karmaşık sorunlar, yaratılmış hayata duyulan saygı, onu geliştirme ve sevmek fikirleri bu hayatı manipüle eden sanatın büyük bir özenle takip edilmesini sağlamıştır. 1999dan beri bir dizi transgenetik sanat ve bioart çalışmaları yürüten Kac’ın çalışmaları estetik ve sosyal özelliklere sahip olmuştur, sonuçları ise çeşitli disiplinleri aşmak ve daha fazlasını sağlamak için daha çok malzeme ve disiplinler arası iletişim olmuştur.
Eduardo Kac, The Capsule, 1997
Esas olan yapılan işin içinde bir canlının, aktif bir gelişme ve değişmenin olması gerektiğidir. Bununla ilgili ayrım ve sınırlar bioartın öncülerinden Eduarda Kac tarafından manifestoda net bir şekilde çizilmiştir; herhangi bir şekilde biyolojik adresleme yapan temalı işler (resim, heykel, video vb) bioart kapsamında yer almaz. Yaşam ve süreçleri değiştirme, geliştirme, yaratma odak alanıdır. Çıkış noktası olarak ise yaşamın diğer medya türlerine indirgenemeyecek bir malzeme özelliğine sahip olması gösterilebilir. Burada ayrım yapılması gereken nokta biyoloji ve yaşamla ilgili didaktik ögeler içerme gibi bir kaygısı ve amacı olmamıştır/olmayacaktır.
Teknik olarak yaşama bir o kadar yakın bir o kadar hassasiyet gösterilmesi ve sonuçlarının enine boyuna araştırılması gereken bir alandır. Bu da beraberinde getirdiği etik tartışmaları anlamlandırmış oluyor. Kültür dediğimiz özün aslında geleneksel sanatla maddeselden cüziye çok komplike bir ilişkisi vardır. Biort bu karmaşık ilişkinin bir başka perdesidir denilebilir.
Dünyada biyoteknoloji, genetik mühendislik, klonlama bilimin yönlendiği ve gelişimine öncülük ettiği alanlardır. Bu metotları kullanan pek çok sanatçı bulunmaktadır. Bu konuda çalışmaların sürdürülebileceği art-labler bulunmaktadır. Avustralya’daki SymbioticA en iyi örneklerden olup bioart alanındaki ilk sanat araştırma laboratuvarlarındandır da.
Çalışmalarda en dikkat çekici nokta Gary Schneider’ın ifadesinde net bir şekilde dile getirilmiştir, ona göre “Resim bile belirsiz görünüyor, şekil, yaş, ırk bakımından herhangi bir mahremiyet izlenimi vermez, içimdeki ise hiç kimseye benzemeyen en özel kısmı temsil ediyor, çünkü bu benim kendi kimliğim.”
Bu tarz çalışmalara Türkiye özelinde örnek vermek ne yazık ki pek mümkün olmayacaktır. Bunun sebebi olarak bilimsel laboratuvarlarda yapılan çalışmalara sanatçıların dahil edilmiyor oluşu, kültürel inançlar, multidisipliner yaklaşımlara olan bakış açıları gösterilebildiği gibi teşvik edecek laboratuvar yetersizliği de sunulabilir. Dünya çapında karşılaşılan esas problem olan etik yaklaşımı ise bir başka gerekçedir.
Tartışmalar bioartın etikliği ölçüsünde başlıyor. Not edilmesi gereken konu ise, bioartta tartışılan etik sorunların estetik alanından sanat ve ahlak konusundaki mevcut söylemleri ifade etmemektedir. Konuyla alakalı belki de en büyük gri alanı bu belirsizlik başlatıyor. Aslında bu etikliği bioart özelinde değerlendirmek ziyade, bilimsel çalışmalara toplum tarafından bakılan “etik dışı” yöntemlerin sanat disiplini içerisinde de değerlendirilmesi daha doğru olacaktır.
Bioartın temelinde sanatçılar yeni organizmalar yaratmaya ve yaşayan canlıları ham madde olarak kullanmaya devam ediyorlar. Her ne kadar bu çalışmalar kültürel bir diyalog, sosyal bir mesaj, bilimsel bir alt yapı içerse de amaç tamamen sanat kaygısı ve sanatsal bir duygu uyandırmaktır. Bu anlamda etik olarak belirsizdir ve süresi boyunca kamuoyu girdisini kültürel mesajının ayrılmaz bir parçası olarak kullanan sorular ve diyaloglar yaratır. Çıkış sorusu olan canlı organizmaların sanat ya da sadece bilim için kullanılması temelde canlı organizmaların bir araştırma gerekçesiyle kullanılıyor oluşudur. Belirsiz olması ise etik tartışmalarının bir sonuca bağlanamamasını doğurur, farkında olmadığımız en genel haliyle insan dışı canlı varlıkların varlığı ve onların bu prosedürler sonucu ne hissettiği, acı duyumsayıp duyumsamadıklarıdır. Bunu ölçümlemenin ya da başka bir metotla sonuç almanın bir yolu yoktur. İnsani deneyim ve çıktı merkezli çalıştığımız ve yaşadığımız günümüzde kaçınılmaz olan elbette ki yapılan bu çalışmaların bir ölçüde uygulanana olan etkisinin varlığıdır. Peter Singer bu duygusal hassasiyetin istiridye ve karides arasında bir yerde bulunduğunu belirtiyor. Bununla beraber insanların sinir sistemi bulunan diğer organizmalardan hassasiyet anlamında farklı olduğunu içeren herhangi bir bilimsel bulgu yoktur. Aksine sinir sistemini içermesi reaksiyon göstermesi anlamına gelebileceği gibi bu sanatçı ve bilim insanlarını organizma kullanma biçimince etkiler/yönlendirir. Tüm bu tartışmalar aslında yöntemlerin bioart içinde kullanılmasından ziyade bilimsel araştırmalara konu olmasındadır denilebilir.
Diğer taraftan örnekleriyle Suzanne Anker’in mikroskobik boyutlarda incelediği hücre görüntülerini 3D printerlar yoluyla hazırladığı prototip heykeller hücre yapılarına ilişkin oldukça öğretici bir kaynak olup estetik bir mesaj verirken aynı zamanda hedef kitleyi bu anlamda didakte etmektedir. Hiç mümkün gözükmeyen kilise vitral camlarıyla canlı yaşamına olanak sağlayacak ortamları oluşturması ise estetik kaygının ötesinde etik bulmayan kesimi şaşırtacak niteliktedir. Kürk giyme etikliğinin ve hayvan hakları hususunun özellikle güçlü tartışmalarla gündemde olduğu dönemde Oron Catts ve Ionat Zurr’un hayvan öldürmeden yarı yaşayan deri ceket üretimi konusunda geri dönüşümlü polimer, insan kemik hücreleri kullanarak çalışması ve başarılı bir sonuca ulaşması konseptin fayda değeri sunması adına önemli bir çıktıdır. Çalışmanın yönteminden ziyade çıktılarının ne derece kıymetli ve savunulan değerlerin aksini ortadan kaldırmaya yardımcı olduğu tartışmaları yönlendirebilecek niteliktedir.
Suzanne Anker, The Greening of The Galaxy, 2013
Oron Catts&Ionat Zurr, The Tissue Culture & Art Project, 2004
Gelişen biyoteknoloji insan yapısı, DNAsı ve genomuna dair pek çok ipucu verirken uğraşanlarını ve ilgililerini etkilemeyi başarmıştır. Bu algı yeni bir global yaklaşımı ve buluş açlığını beraberinde getirir. Tüm bu buluşlar konuya ilgi duyan bilim insan ve sanatçıların açlığını doyurmakla beraber daha çok bilgi sahibi olmalarını ve işlerine duydukları motivasyonu arttırmalarını sağlamıştır. Estetik kavramlarda yaşanan kavramsal ve teknik yeni yaklaşımlarla yenilikçi bir kimlik vizyonu kazandırılmış olup multidisipliner çalışmalarla sanat çatısı altında yeni bilimsel önermelere yol gösterici çalışmalar sürdürülecektir.
Bilimsel yaklaşımlar sayesinde uzak görülen sanat çalışmaları ve çevreleri de bilimin odağı haline gelebildiği gibi laboratuvar ortamlarından ve yeniliklerden uzak kalmak durumunda olan sanatçılar da ortak paydada biaoart çerçevesinde birleştirilebilmiştir. Bilim sayesinde düşünce DNA’sı değişmiş, sanat manipülasyonu yoluyla da doğayla rekabetçi ve taklitsel çıktılar ortaya konulabilmiştir. Gelecek adına umut verici olan bu yaklaşımlar sürdürülebilirlik açısından da önem taşımaya devam edecek gözüküyor.
Okuma Önerileri
Akay, A. (2005). Sanatın Durumları, Kıbrıs Konuşmaları. İstanbul: Bağlam Yayınları.
Born, G., & Barry, A. (2010). Art-science: From public understanding to public experiment. Cultural Economy. 3(1),
Brigete, T. (2009). Portrait/Icon/Code: Marc Quinnis DNA Portraits and The Imaging of The Self. Georgia.
Danto, A. Sanatın Sonundan Sonra.
Decia, P. (1997, 10 10). Artista põe a vida em risco" and "Bioarte," .
Elsarraff, H. E. (2018). Bioart towards a New Concept of Identity. 4 th International Conference Plastic Arts and Community Service
Gen, E. (2012). Çağdaştan Güncele, Eserden İşe:Bir Çeviri Hikayesi. Skopbülten.
Grav, I. (2015). Çağdaş Sanat Nedir. Skopbülten.
Groys, B. (2010). Zamanın Yoldaşları.
Kac, E. (2007). Signs of Life: Bioart and Beyond. London: MIT Press.
Kac, E. (2011). Bio Art: From Genesis to Natural History of the Enigma.
Lapworth, A. (2016). Theorizing Bioart Encounters after Gilbert Simondon. Theory, Culture&Society, 33(3)
Singer, P. (1975). Animal Liberation.
Smith, T. The State of Art History: Contemporary Art.
Stirratt, B. (2002). Nature, Bioart and Creative Autonomy.
Stracey, F. (2009). Bio-art: the ethics behind the aesthetics. Nature Reviews. Molecular Cell Biology, 12.
Thistalwood, D. (1989). The MOMA and ICA: A Common Philosophy of Modern Art. British Journal of Aesthetics.
Yılmaz, M. Sanatın Günceli Güncelin Sanatı. Ankara: Ütopya.
Yorumlar
Yorum Gönder