Bu hayatta var olma amacımızın tutkular, hayaller, sevgi için olduğuna inananlardanım. İnandığı gerçekleri bunun üzerine inşa eden insanlara hep hayran olmuşumdur. Bunu yaparken de kıyıda köşede kalıp unutulmak bahsini hiçe sayabilen kişilerden ise güç aldığımı söylemeliyim. Böyle biriyle karşılaştığımda ise sanki uzun zamandır görmediğin bir yakınını görmüşsün de hayatındaki eksikliğin o olduğunu farketmişsindir hissi uyanır bende.
Amadeo Modigliani’yle tanışmam tam olarak böyle bir şeydi. Lütuf Kuralı gibiydi sanki, talihin bana yardımcı olması için elimden geleni yapmışım da yine o kendiliğinden bulmuştu beni. Çabasız, yalın, sade. Picasso, Matisse gibi usta sanatçıların dönemdaşı, bir o kadar gösterişsiz, kendi halinde ressam-heykeltraş, heykeltraş-ressam, Livourne’li küçük Yahudi Modigliani..
Amadeo Modigliani, Self Portrait, 1919, Paris
1906’nın soluk Montparnasse’sinde karşılıyor ilk olarak Modigliani bizleri. Gösterişli giysileri ve tavırlarıyla sanki bohemlik altında gizliyor gibi fakirliğini. Kolay değil elbette Yahudi bir ailede yetişip İtalya’dan Fransa’ya göç edip orada kabul görmek. Hele ki Picasso, Utrillo, Jean Cocteau, Soutine gibi sanatçılarla aynı dönemde.
Öyle ya Modigliani’nin bir de Fransa öncesi dönemi var. Bütün dünyanın Paris’te yoğunlaştığını bildiği, yine de Italia, Cara Italia diye haykırdığı.
Güz ressamı 12 Temmuz 1884’te İtalya’nın Livorno şehrinde dünyaya gelir. Hayatının son anına kadar çepeçevre saracak olan fakirlikle daha doğar doğmaz iflas etmiş bir işadamının oğlu olarak hayat bulmasıyla başlar. Annesi ise kültürlü bir kadın olarak oğlunun sanata yönelmesinde rol model olmuştur. Tüberkülozla ise daha 10 yaşındayken tanışır.
Annesi onu 14 yaşındayken döneminin usta ressamı Michel’inin sanat okuluna kaydettirir. İlk olarak Fransız izlenimcilerinden sonra ise İtalyan Rönesans sanatçılarından etkilendiği söylenebilir. Renk ve manzara ağırlıklı anın duyusunu veren resimleri bunun açık örneklerindendir.
Amadeo Modigliani, Landscape, 1919, Paris
Doğduğu şehirden ayrılışı ilk olarak 1901’de Floransa’ya olur, sonrasında ise 1903’te Venedik’e yerleşir. Modigliani uç tavırlı hayat tarzını ilk olarak Venedik’te Istituto di Belle Arti’de benimser. Paris ise onu yalnızca yaşam tarzı ve çevresiyle değil sanat çizgisiyle de etkilemiştir. İlk dönem eserlerinde Picasso kübizminin mavi dönemiyle ilintili çizgiler görmek mümkündür.
Paris’te sadece resimle ilgilenmez Modigliani. Onun aşırıya kaçan geometrik figürleri resimlerinde de 3.boyut hissini vermez mi zaten? Brancusi sayesinde Afrika heykelleri ve masklarıyla tanışan Modigliani oranlardaki deformasyonları ve formlarındaki sade ama gösterişliliği heykellerinde de taşımaya başlar.
1912-1914 yılları arasında ise resimlerinde divizyonizm etkisi taşır.
Modigliani’nin sanatında keskin bir kadın merkezciliğini ve etkisini görmek mümkündür. Hayatına giren kadınlar hep çok güçlü ve kendine özgü karakterler olmuştur. Öyle ki hem kadınlar ona hem de o kadınlara hayran olmuştur. Birçoğu ise zaten Modigliani resimlerine konu olmuştur.
İlk olarak Marguerite de Hasse de Villers’den bahsedebiliriz. Kendisi Modigliani’nin yakın arkadaşı ve doktoru Paul Alexandre’nin Barones’un sevgilisidir. Bu tablo onun gelecek yıllarda ele aldığı kadın portrelerinin çizgisi dışında olması sebebiyle oldukça önemlidir.
Amadeo Modigliani, L'Amazone, 1903, Paris
Anna Akhmatova is Modigliani’yi bir anlamda dünyaya döndüren, ayaklarını yere bastıran kadın olarak hayatında yer almıştır. Ukraynalı şair Modigliani’nin fırçasından damlayanlarla resmettiğini kaleme damlatarak ifade eden cesur bir kadındır. Görüntüsü tam da Modigliani’nin portrelerinde imgeleştirdiği kadınların vücut bulmuş haliydi, uzun boyunlu, renkli gözlü, bakışsız bakışları ile adeta göz bebeklerini gizleyen utangaç tavrı ile yollarının Modigliani ile kesişmesi belki de kaçınılmazdı. O dönemde evli olan Anna, toplumun tüm baskılarına rağmen O’nun nü tablolarında rol alır, sonrasında ise bu tutkulu bir aşka dönüşür, iki tarafın da alımlı, müthiş bir cesaretiydi belki de. Aşk cesur olmayı gerektirir mi? Bazen evet, bazen hayır. Ama onların cesur olması gerekti muhtemelen. Nihayetinde yaşadığı toplumsal baskılarla ilişkileri sona erir, sonrasında Anna’sını Modigliani resimlerinde Modigliani’sini Anna şiirlerinde taşır. Ne müthiş var olma, nefes!
"Bilmiyorum, yaşamakta mısın, öldün mü?
Dünyada bir yerlerde bulabilir miyim seni
Yoksa, akşamın yaslı karanlığında
Bir ölüyü mü düşünmeli..
Her şey senin için: Gün boyunca dualarım,
Uyuşturan ateşi uykusuz gecelerin;
Şiirlerimin beyaz sürüsü,
Ve mavi yangını gözlerimin..
Hiç kimse daha yakın olmadı bana,
Hiç kimse böylesine üzmedi beni,
Acıya salıp gidenler bile,
Okşayıp bırakanlar bile hatta."
Son aşkı Jeanne Hébuterne ise onun rüyalarının kadını değildi, o çok gerçekdışıydı Jeanne savaşçının dinlenmesi gibi güzeldi, adak mumları gibi. İnsanı soyaçekimle toprağa bağlayan şey gibi güzeldi. Öylesi derin bağlı, yalın. Resimlerinde yaz günleri gibi çizdi Jeanne’ini, ama güneşsiz yaz günleri. Güneş onun resimlerinde ruhunu ortaya koymasıyla doğacaktı. “Ruhunu görebildiğimde gözlerini çizeceğim der” Modigliani. Arkadaşı Zborovski’nin evinde tanıştı Jeanne ile. Ancak bu kez de ilişkilerinde dini uyuşmazlık engeliyle karşılaştılardı ise de bizliklerinden vazgeçmediler.
Amadeo Modigliani, Portrait of Jeanne Hebuterne in a Large Hat, 1918, Paris
1920’lerde veremin rengi sağlıksız sarı, Montparnasse’ın yağmur sonrası rengi Paris mavisi, Jeanne’in gözlerinin ve damarlarının rengi ise lacivertti. Modigliani’nin resmiydi bu. La Charite yoksullar evinin sefil bir odasında yaşamı sona erdi. Ertesi gün Jeanne ailesinin evinde kendini pencereden attığında sekiz ayık hamileydi.
Gecenin saat iki buçuğunda öldüğünde cisimsizdi, ne ciğerleri ne gözbebekleri kalmıştı. Böylece resimlerini gerçek kıldığı bu saatte - bu bir rastlantı değil, çünkü her gece bu saatte bir şair ölür- bir yaşam artık veremden çıkıp bir görkeme dönüşür.
Yaşadığı süre boyunca orkidelere öykünmeyi çok sevdi, şarap şişelerine, Dante’ye. Ve bırakın bugün içtiğiniz bir kadeh şarap Modigliani için olsun. Salute!
Gecenin saat iki buçuğunda öldüğünde cisimsizdi, ne ciğerleri ne gözbebekleri kalmıştı. Böylece resimlerini gerçek kıldığı bu saatte - bu bir rastlantı değil, çünkü her gece bu saatte bir şair ölür- bir yaşam artık veremden çıkıp bir görkeme dönüşür.
Yaşadığı süre boyunca orkidelere öykünmeyi çok sevdi, şarap şişelerine, Dante’ye. Ve bırakın bugün içtiğiniz bir kadeh şarap Modigliani için olsun. Salute!
Yorumlar
Yorum Gönder